Havacılıkta 2025 Paradoksu: Artan Talep, Tedarik Krizi ve Yaşlanan Filolar
2025 yılı, havacılık endüstrisi için hem dönüm noktası hem de dayanıklılığının bir göstergesi niteliğinde. Küresel yolcu sayıları eşi görülmemiş seviyelere ulaşmasına rağmen, havayolları artan uçak talebini karşılamakta zorlanıyor. Airbus ve Boeing, planlanan teslimat hedeflerinin gerisinde kalsa da, motor ve parça tedarikinde yaşanan aksaklıkları yöneterek dünyanın yaşlanan filosunu kırılganlığa karşı güçlendirmeye çalışıyor.
Örneğin, Pratt & Whitney’in GTF (Geared Turbofan) motorlarında üretim sürecinden kaynaklanan mikroskobik çatlak riskleri tespit edildi. Bu durum yüzlerce uçağın acil bakıma alınmasını gerektirse de, havayollarının bu tür zorluklar karşısında gösterdiği uyum ve esnekliği de ortaya koyuyor. Benzer biçimde, CFM International —Fransız Safran Aircraft Engines ile ABD merkezli GE Aerospace ortaklığında faaliyet gösteren ve dünyanın en büyük sivil motor üreticilerinden biri— LEAP motorlarında tedarik zinciri sorunlarıyla karşılaştı. Buna karşın havayolları, bakım döngülerini uzatarak ve etkilenen uçakları yere indirerek süreci yönetmeyi başardı. Bu tablo, havayollarının operasyonel planlamasını aksatırken bakım maliyetlerini artırdı ve yedek parça teslim sürelerini uzattı. Yeni uçak bulmak zorlaştıkça şirketler kiralık uçaklara yöneldi; bu da kiralama piyasasında fiyatların yaklaşık %30 oranında artmasına yol açtı.
IATA’nın “Üçlü Darbe” Çerçevesi
IATA Başkanı Willie Walsh, bugünkü tabloyu “üçlü darbe” olarak özetliyor: güçlü talep artışıyla birlikte elde edilemeyen gelirler, yükselen işletme maliyetleri ve çevresel hedeflerdeki yavaş ilerleme. Havayolları, karbon emisyonlarını azaltmak için yeni nesil, yakıt verimliliği yüksek uçaklara geçmeyi ve Sürdürülebilir Havacılık Yakıtı (SAF) kullanımını artırmayı hedeflemişti. Ancak filoların yenilenememesi ve yaşlanan uçakların uzun süre hizmette kalması, bu hedeflerin ivmesini düşürdü.

Hukuki Zemin ve Finansman: Cape Town Konvansiyonu
Uçak tedarikinde yaşanan aksaklıklar yalnız üretim ya da motor kaynaklı nedenlerle açıklanamaz. Sorunun diğer bir boyutu da havacılık finansmanının hukuki altyapısına dayanıyor. Türkiye’nin taraf olduğu Cape Town Konvansiyonu (CTC), uçak ve motor gibi yüksek değerli varlıklar üzerinde mülkiyet, teminat ve alacak haklarını uluslararası ölçekte koruma altına alır. Konvansiyonun getirdiği deregistrasyon (bir uçağın bir ülke sicilinden çıkarılarak başka bir ülkeye devrinin veya geri alınmasının önünü açan hukuki işlem) ve yeniden sahiplenme (repossession) güvenceleri, finans kuruluşlarının riskini azaltır. Bu sayede Türk Hava Yolları (THY) gibi büyük taşıyıcılar, daha uygun finansman koşullarına erişebilir, leasing maliyetlerini düşürebilir ve teslimat planlarını güvence altına alabilir.
THY Neden Şimdi Sipariş Verdi?
Belirsizliğin arttığı bir dönemde THY’nin Boeing ile yaptığı 225 uçaklık (75 geniş, 150 dar gövde) sipariş, zamanlaması ve kapsamı bakımından dikkat çekici bir stratejik hamle niteliğinde. Siparişin ana omurgasını Boeing 787 Dreamliner ve 737 MAX serileri oluşturuyor. Bu karar, filoyu büyütmenin ötesinde; sınırlı üretim kapasitesi içinde yerini koruma ve gelecekteki talep artışına hazırlık anlamı taşıyor. Günümüzde yeni bir uçak siparişinin teslimi çoğu zaman 6 ila 9 yıl sürüyor; bu nedenle THY, 2030’ların ortasına uzanan filo planlamasını bugünden güvenceye alma isteğini açık biçimde ortaya koyuyor.
Siparişin açıklanma tarihi, ABD temaslarıyla aynı döneme denk geldi. Bu durum, ekonomik saiklerin ötesinde diplomatik bir anlam taşıyor. Zamanlama, Türk-Amerikan ilişkilerinde güven ve çıkar dengesinin yeniden şekillenme sürecine işaret ediyor. Boeing açısından bakıldığında ise bu sipariş, jeopolitik etki alanını genişleten prestijli bir kazanım niteliğinde.
THY kısa süre önce Airbus ile 355 uçaklık büyük bir anlaşma da imzaladı. İki büyük üreticiyle paralel müzakere yürütmek, şirkete sipariş hacmi, teslimat takvimi ve motor seçenekleri konusunda dikkate değer bir pazarlık gücü sağladı.
Örneğin, 737 MAX için motor tedarikçisi olarak öne çıkan CFM International ile henüz nihai bir anlaşmaya varılmamış olması, THY’nin teknik performans ve maliyet açısından en uygun dengeyi aradığını gösteriyor. Airbus tarafında mevcut alternatif motor seçenekleri ise operasyonel esnekliği artırarak bakım maliyetlerinde rekabet avantajı yaratıyor.

Bu tablo, THY’nin kararının sıradan bir filo genişletme adımından çok; tedarik kısıtları ve piyasa dalgalanmalarına karşı direnç geliştirme stratejisi olduğunu ortaya koyuyor. THY’nin Boeing siparişi, küresel tedarik zincirinde yaşanan kırılmalara karşı aynı zamanda koruyucu bir mekanizma işlevi görüyor. Daha önce verilen A321neo ve A350 siparişleriyle birlikte değerlendirildiğinde, farklı menzil ve kapasite segmentlerinde çift üreticili tedarik modeli, teknik arızalara ve talep dalgalanmalarına karşı esneklik kazandırıyor.
Yakıt tüketimi düşük yeni nesil uçaklar, hem maliyet etkinliğini artırıyor hem de çevresel performansı güçlendiriyor. Bu yatırım, ulusal havacılık vizyonu açısından da stratejik önem taşıyor. 2030’larda 800’ün üzerinde uçağa ulaşması öngörülen THY filosu, İstanbul Havalimanı’nı dünyanın önde gelen aktarma merkezlerinden biri haline getirme hedefini destekliyor.
Türkiye’nin ikinci büyük taşıyıcısı Pegasus, sade ama kararlı bir büyüme stratejisi izliyor. Airbus A320neo filosuyla düşük maliyetli uçuş ağını genişleten şirket, genç ve çevreci filosuyla verimliliğini artırıyor. Dijitalleşme, biyometrik geçiş sistemleri ve veri temelli planlama uygulamalarıyla da sektörde yenilikçi bir örnek oluşturuyor.
Yeşil Ufuk ve Yeni Riskler
THY’nin yeni nesil Boeing ve Airbus uçaklarına yaptığı yatırım, çevresel hedeflere ulaşma açısından kritik bir eşik oluşturuyor. 787 Dreamliner, A350 ve A321neo gibi modeller, önceki nesillere göre yaklaşık %20–25 daha az yakıt harcıyor. Bu da maliyet avantajının yanı sıra karbon ayak izinde belirgin bir azalma anlamına geliyor.
IATA’nın 2050 Net Sıfır Karbon hedefi, havayollarını yeni teknolojilere yatırım yapmaya yöneltiyor. Bu süreçte Sürdürülebilir Havacılık Yakıtı (SAF) alanındaki düzenleyici baskılar da artıyor. Avrupa Birliği’nin ReFuelEU girişimi, 2050’de %70 SAF karışımı hedefliyor. Ancak SAF, hâlen geleneksel yakıta göre iki ila üç kat daha pahalı, bu da hem zorluk hem de uzun vadeli bir yatırım fırsatı anlamına geliyor.

2025’e gelindiğinde havacılık sektörü, dijital güvenlik açısından da ciddi sınavlar veriyor. GPS sinyali bozma (spoofing), fidye yazılım saldırıları, veri sızıntıları ve uçuş planlama yazılımlarına yönelik sabotaj girişimleri artış eğiliminde. Allianz Risk Barometresi’ne göre, siber saldırılar 2025’te havacılığın en büyük riski hâline gelmiş durumda. Seattle-Tacoma Havalimanı’nda yaşanan kesintiler veya Boeing’deki veri sızıntısı vakaları, tehdidin boyutunu açıkça ortaya koyuyor.
Sonuçta 2025’in havacılığı, eş zamanlı olarak uçak kıtlığı, sürdürülebilirlik baskısı, maliyet artışı, siber tehditler ve jeopolitik risklerle karşı karşıya kalmış durumda. Bu koşullarda THY’nin Boeing ve Airbus ile imzaladığı büyük siparişler, geleceğe hazırlık planı olarak değerlendirilebilir. Bu da demek oluyor ki artık havacılıkta rekabet, yakıt verimliliği, dijital güvenlik, çevreye duyarlı operasyonlar ve esnek filo planlaması üzerinden şekillenecek. Bu yeni dengelere uyum sağlayan havayolları da, sektörün yarınlarını biçimlendiren öncü aktörler arasında yer alacak.